Tuesday, April 23, 2013

Kutsal Ekonomi





Daha önceki yazılarımın birinde Charles Eisenstein'ın "Kutsal ekonomi" adlı kitabından bahsetmiştim. Oldukça yoğun bir üç ay geçirdiğimden bir türlü yazı yazma fırsatı bulamadım.
Kitabı yeni bitirdim ve biraz daha bahsedeyim istiyorum.Bu arada İngilizce'den Türkçeye çeviren Sinem Gül'e ve Okyanus Kitabevi'ne teşekkür etmek lazım.


Kitabı okumak için bence kendinize kaliteli zaman ayırmanız gerekiyor çünkü fikirler kuvvetli ve hazmetmek için zamana ihtiyacınız var. En azından benim için böyle oldu:-)
Kitap ekonomik sistemle ilgili devrim önermiyor zaten geçmek zorunda olduğumuzu ve aslında bu geçişin kendiliğinden yavaş yavaş başladığını müjdeliyor.

Kitapta yazarın notunda ilk paragraf beni bu fikirleri paylaşmak için cesaretlendirdi doğrusu :
"Para alanına armağan ilkelerini getirme yönündeki içeriğine uygun olarak bu kitabı sizlere armağan ruhuyla sunuyorum. İlkeleri eylemle uyuşturmak amacıyla yayıncıyla ben,ticari olmayan her amaç için bu kitabı özgürce paylaşabilmenize olanak tanıyan bir Creative commons(Yaratıcılık Ortak değeri) telif hakkını seçtik.Yani satmamak ya da reklam için kullanmamak şartıyla bu kitabın malzemelerini fotokopiyle çoğaltabilir, internet günlüğünüze alabilirsiniz"

Hoşuma giden bir kaç cümleyi kitaptan aynen çektim aldım. Biraz yazarla yalnız bırakıyorum şimdi sizi...

"Başlangıçta Armağan vardı.
Çaresiz bebekler, verecek çok az kaynağı olan,ihtiyaç içindeki yaratıklar olarak doğarız; yine de, bunları hak edecek hiç bir şey yapmadan, karşılığında hiç bir şey sunmadan beslenir,korunur,giydirilir,kucağa alınır ve yatıştırılır.  Çocukluk çağından geçmiş herkesin yaşadığı bu deneyim, en derin spirituel sezgilerimizden bazılarının esin kaynağıdır. Yaşamlarımız bize verilir;dolayısıyla, en baştaki durumumuz minnettir. Varlığımızın gerçeği budur."

"Berraklık anlarında,belki ölüme çok yaklaştıktan ya da sevdiğimiz birine ölüm sürecinde eşlik ettikten sonra,yaşamın kendisinin bir armağan olduğunu biliriz. Hayatta olmaktan dolayı ezici bir minnet duyarız.Yaşamla birlikte gelen, hak edilmemiş ve özgürce ulaşılabilecek zenginliklere hayretle yürürüz: nefes almanın zevki,renk ve seslerin verdiği sevinç,susuzluğu dindirmek için su su içmenin hazzı,sevdiğimizin yüzünün  tatlılığı.Bu huşu ve minnet karışımı,kutsalın varlığına kesin bir işarettir."

"Başlangıçta armağan vardı: dünyanın arketip başlangıcında, yaşamlarımızın başlangıcında ve insan türünün bebeklik çağında.Bu nedenle minnet bizim için öylesine doğal,öylesine ilksel, öylesine esastır ki,tanımlanması bile çok zordur. Bir armağan almış olma duygusu ve karşılığında bir şey verme arzusudur belki..Dolayısıyla, bu ilksel minnetle bağlantı içindeki ilkel insanların toplumsal ve ekonomik ilişkilerinde onu eyleme geçirmelerini bekleyebiliriz. Gerçekten de geçirdiler. Paranın tarihçesine ilişkin anlatıların çoğu ilkel takasla başlar..en önemli değiş tokuş biçimi armağandır."

"...Eski topluluklarda  armağan vermeyi düzenleyen incelikli adetler vardı;geçmişle bağını tümden yitirmemiş toplumlarda günümüzde de varlığını sürdüren adetler bunlar..."
 "Armağanlar karşılıklı olabilse de,genellikle daireler içerisinde akarlar. Ben size veririm,siz başkasına verirsiniz..ve sonunda biri bana geri verir..."

Kıtlık yanılsaması
"Tüm kötülüklerin anasının para, ya da en azından para aşkı olduğu söylenir. Ama neden öyle olsun? Ne de olsa paranın amacı en basit haliyle,değiş tokuşu kolaylaştırmaktan ibarettir-diğer bir deyişle,insan armağanlarını insan gereksinimleriyle buluşturmaktan.Hangi güç,hangi canavarca sapkınlık parayı bunun tam tersine,yani kıtlık aracına çevirmiştir? Çünkü gerçekten de temelde bolluk dünyasında,inanılmaz miktarda yiyecek,enerji ve malzemenin israf edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın yarısı açlık çekerken diğer yarısı,ilk yarıyı beslemeye yetecek kadarını israf ediyor...."
".....(kolayca vazgeçmek bolluk tutumunu yansıtır.)Sistemsel düzeyde,ileride göreceğimiz gibi,paranın yaratılma ve dolaşım biçiminin doğrudan sonucu olarak, kıtlık paraya işlemiştir. .........Kıtlığa öylesine baktık ki,gerçeğin doğasının bu olduğunu sanıyoruz.Oysa aslında bir bolluk dünyasında yaşamaktayız.Bizim deneyimlediğimiz sürekli kıtlık bir kurgudur:para sistemimizin,siyasetimizin ve algılarımızın bir kurgusudur."

"Günümüzdeki para sistemi, yüzyıllardır uygarlığımıza hükmetmiş kıtlık zihniyetinin tezahürüdür. Bu zihniyet değiştiğinde para sistemi de yeni bir bilinci içerecek biçimde değişecektir. Şu andaki para sistemimizde azınlıkta kalan bir kesimden fazlasının bolluk içinde yaşaması matematiksel açıdan olanaksızdır,çünkü para yaratma süreci sistemsel bir kıtlığı sürdürür. Birinin refahı ötekinin yoksulluğudur. "

Uygarlık Krizi
"Günümüzde karşı karşıya olduğumuz mali kriz,paraya dönüştürecek neredeyse hiçbir toplumsal kültürel,doğal  ve sermaye kalmaması gerçeğinden kaynaklanıyor. Yüzyıllarca süren neredeyse kesintisiz para yaratımı bizi öylesine yoksullaştırdı ki,satacak hiç bir şeyimiz kalmadı. Ormanlarımız toparlanamayacak kadar tahrip oldu,toprağımız tükendi ve denize akıp gitti, dalyanlarımız da balık kalmadı ve yerkürenin atıklarımızı geri dönüştürecek kendini yenileme kapasitesi sınıra ulaştı. Şarkılarla öyküleri,imgelerle ikonları içeren kültür hazinemiz yağmalandı,telif hakları alındı. Aklınıza gelebilecek her akıllıca söz zaten markaya dönüşmüş bir slogan.İnsan ilişkilerimiz ve becerilerimiz bizden alınıp sonra geri satıldı.."

"Şu anda bildiğimiz haliyle kapitalizmin sürmesi,temelde sınırsız yeni toplumsal,doğal,kültürel ve ruhsal sermaye alanlarını paraya dönüştürmesi gereken sınırsız yeni endüstri yaratımına dayanıyor. Ama sorun bu kaynakların sınırlı olması ve tükenmeye ne kadar yüz tutarlarsa erişilebilme de o kadar güç hale geliyor. Dolayısıyla mali krizle eş zamanlı olarak ekolojik kriz ve sağlık krizi de yaşıyoruz. Bunlar birbirleriyle yakından bağlantılı."

"Sonsuz kazanç ideolojisi bizi öyle çaresiz bir yoksulluğa düşürdü ki,neredeyse nefessiz kaldık. Günümüzde çöken şey bu ideoloji ve onun üzerine kurulu uygarlıktır. Çöküşe direnmek ya da çöküşü ertelemek yalnızca durumu daha da kötüleştirecek. Ekonomiyi büyütmenin yeni yollarını bulmak yalnızca servetimizden geriye kalanları tüketecek. İnsan varoluşundaki devrime direnmekten vazgeçelim...Ayrılma zihniyeti budur,direnmek,ölmekte olan geçmişe dayanmaktır bu.Bunun yerine bakış açımızı birliğe yöneltelim ve neler vereceğimizi düşünelim. Daha güzel bir dünyaya her birimiz hangi katkılarda bulunabiliriz? Tek sorumluluğumuz ve güvencemiz budur."

"Çökmekte olan bir ekonomide gerçekleşen bilinçsiz  parasal yıkım yerine bilinçli,amaçlı bir parasal yıkıma girişebiliriz. Hala yatırım yapacak paranız varsa bu parayı açıkça topluluk kurmayı,doğayı ve kültürel ortak serveti korumayı amaçlayan işletmelere yatırın. Yatırımınız dan sıfır yada eksi mali getiri bekleyin-istemeden dünyanın daha da fazla kısmını paraya dönüştürmediğiniz yönünde iyi bir işarettir bu."

"Pratik açıdan bakarsak kutsal ekonomi vizyonu, ekonomistlerin "dışsal" olarak niteledikleri şeyin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Dış maliyetler,başka birinin ödediği üretim maliyetleridir. Örneğin, Kaliforniya'nın Central Vadisi'nden gelen sebzelerin Pennsylvania'da yerel ürünlerden daha ucuz olmasının nedeni,tam maliyetleri yansıtmamalarıdır...Üreticiler tarım ilaçlarının zehrinin,toprağın tuzlanmasının ve çiftçilik yöntemlerinin etkilerinin şu andaki ve gelecekteki maliyetlerini ödeme yükümlülüğü altında olmadıklarından,bu maliyetler marulun fiyatına yansımaz."
 "Dış maliyetlerin ortadan kaldırılması çağların iş planını çökertir: "Gelir bana kalır,maliyetleri başkası öder." Ben tarlama azot gübre atarım,nehrin aşağısındaki yosunlaşma maliyetini karides çiftliği öder."
"Gelir bana kalır,maliyetleri başkası öder" düşüncesi,sizin iyiliğinizin benimkiyle temelde ilişkisiz olduğu ayrı benlik zihniyetini yansıtır. Sizin başınıza gelenlerden bana ne?"


........Kitabın II.Kısmından itibaren kutsal ekonomi için çözümleri oldukça detaylandırılmış. Özet ve Yol Haritasında ise tüm mihenk taşlarını bir kez daha etkili bir şekilde ele almış. Sadece burayı okusanız çözüm ile ilgili oldukça fikir sahibi olabilirsiniz.


Özet ve Yol Haritası

1- Eksi Faizli Para Birimi: Rezervlere eksi faiz uygulanması ve zamanla değer kaybeden bir fiziksel para birimi, faizin etkilerini tersine çevirir. Büyüme olmadan refaha ulaşılmasına izin verir,eşit servet dağılımını sistemsel düzeyde teşvik eder ve gelecekteki nakit akışlarının iskontosuna son vererek,kısa vadeli getiriler için geliceğimizi ipotek altına alma baskısından bizi kurtarır.

2- Ekonomik Kiraların kaldırılması ve Ortak değerlerin tükenmesinin telafisi: İnsanların hiçbir şey üretmeden ya da topluma katkıda bulunmadan yanlızca bir şeye sahip olmalarından ötürü kar etmelerine izin verildiğinde servet kutuplaşması kaçınılmazdır...Ortak değerlerden gelen herşey ücret ya da vergiye tabi olmalı.Entelektüel mülkiyetin telif hakkı ve patent süreleri kısaltılıp bunlar ortak değerlere iade edilebilir ve böylece,bu tür fikirlerin kaynaklandığı kültürel matris de tanınmış olur.

3-Toplumsal ve Çevresel Maliyetlerin İçselleştirilmesi: Günümüzde kirlilik ve başka biçimlerdeki çevre bozulması,kirletenlerin değil genellikle toplumun ve gelecek kuşakların üstlendiği maliyetler yaratmaktadır.Bu açıkça adeletsizlik olmasının ötesinde,kirliliğin ve çevre bozulmasının sürmesini teşvik etmektedir.Her tipte kirletici ve her doğal kaynak için gezegenin ve biyo-bölgelerinin ne kadar salımı ya da tüketimi kaldırabileceğini belirlemeliyiz. Ardından bu kirleticileri salma ya da bu kaynakları kullanma hakkı çeşitli biçimlerde tahsis edilebilir.

4-Ekonomik ve Parasal Yerelleşme: Tüm dünyada topluluk dağıldıkça insanlar,bağımlı olduğumuz kişileri şahsen tanıdığımız yerel ekonomilere dönme özlemi çekiyor.
5-Sosyal Kar payı: Binlerce yıllık teknolojik ilerleme yaşamın nicelikselleştirebilir gereksinimlerinin üretimini aşırı derecede kolaylaştırdı. Atalarımızın armağanı olan bu ilerlemeler tüm insanlığın ortak mülkü olmalı. Yeryüzünün hiçbir insan tarafından yaratılmamış olan doğal zenginliği için de aynı şey geçerli.Ekonomik kira tazminatının,kirlilik vergilerinin ve benzerlerinin gelirlerinin sosyal kar payı olarak tüm vatandaşlar ödenmesi çok daha adil. 

6-Ekonomik büyümeme: Yüzlerce yıl boyunca iplik eğirme makinasından bilgisayara dek işgücü tasarufu sağlayan  araçlar icat ettikten sonra,her fırsatta daha az çalışmaktansa daha çok tüketmeyi  yeğledik.Risksiz artı faizin itici gücü olmadığında sermaye akışını teşvik etmek için ekonomik büyümeye artık gerek kalmayacak ve büyümeme ekonomisi mümkün olacak.

7-Armağan kültürü ve P2P ekonomisi: Para alanın genişlemesi öteki türlerde ekonomik dolaşımın,özellikle de armağan dolaşımının pahasına yaşandı. Her ekonomik ilişki ücretli bir hizmete dönüştüğünde tanıdığımız herkesten bağımsızlaşır ve para yoluyla adını bilmediğimiz,uzaklardaki hizmet sunuculara bağımlı oluruz...Neyseki para alanı şimdiden küçülmeye başlıyor.İnternet önemli açılardan bir armağan ekonomisi ve bir zamanlar üretilmesi çok pahalı olan bilginin  dağıtılmasını kolaylaştırdı.



İşte kitap özeti verdim size çaktırmadan:-) Bu konuda fanatikliğimi mazur görürsünüz umarım.

Bu arada Türkiye'de facebook sayfasında network oluşturup fikirlerini bizzat yaşatan arkadaşlar var:
https://www.facebook.com/groups/kutsalekonomi/

Wednesday, December 12, 2012

12.12.12

Ne gündü ama... Tibet'in gençlik pınarı egzersizimle başladım. Sonra sıkı bir kahvaltı ve ondan sonra işlere koyuldum. Hızlandıkça hızlandım . İşler yağıp durdu. Öğleden sonraki toplantıya yetişirken, takside banka transferi yapıyordum. Toplantı, hoş ve boştu doğrusu. Sonrası gene koştur koştur.

Sonra uyanış ve sevgiyi kutlama etkinliği için annem ve babam ile buluştum. Füsun da daha sonra katıldı. Salon özellikle arkalara doğru " bana yer kalmayacak,duymayacağız , nasıl bir organizasyon bu, gibi mırmırlanmalar ve endişelerle doluydu". Tipik İstanbul.. kısıtlı zaman, kısıtlı kaynak, yetişememe sendromları..

Sonrası ise harika, tekrar dengelendim,dengelendik. Seda Bağcan ile hep beraber şarkılar ve mantralar söyledik. Tüm salondaki enerji yükseldikçe yükseldi. Bu kadar kalabalık bir grubun daha önce bu şekilde bir araya geldiğini ve beraber meditasyon yaptığını görmemiştim.  Benden.. bize geçtim, geçtik... Akışa bıraktık.
Uyanış bu olsa gerek...:-)




Wednesday, November 28, 2012

Hediyeni Ver

Birden yazasım geldi.:-)
Bir iki haftadır aklımda olan bir şeyi paylaşmak istiyordum sizlerle.
İki hafta önce, geçen sene yarım kalmış transformal nefes seminerini bitirmek üzere Antalya'daydım. Daha önceki yazılarımda da paylaşmıştım transformal nefesi.
"Arınma" sürecim bu seminerde de devam etti.:-)

Bu arada ben yavaş yavaş anlamaya başladım ki her seminerin, oturumun, topluluğun kendine göre bir enerjisi var. Orada beraber bir şeyler yapıyor olmak insanın topluluk dinamiğiyle, bakış açılarıyla, enerjisiyle kendine tekrar tekrar bakmasını sağlıyor. Bu sefer ben de teslim olamama,öfke duyguları yoğundu. Egom kuvvetli şekilde dürtüp durdu beni. Bunun farkına vardığım anda yavaş yavaş rahatlamaya başladım.
Artık seminerin sonuna doğru dengemi tekrar bulduğumda, son seanslarda aklıma " insanlara hediyelerini ver düşüncesi gelip durdu". İnsanlara sarılıp onlara sana şunu vereyim, sana da bunu vereyim gibi duygular içindeydim. Tesadüf bu ya o tip bir törenle de semineri bitirdik.:-)

Bu duygu bir kaç gün içinde fikir olarak gelişmeye başladı ve sürekli zihnimde gidip geldi. Önce Antalya'da havaalanında Füsun ve Defneye hediye alırken, daha sonra Havaş servisine bindiğimde "Ah hediyeleri kabinde nasıl unuturum" derken. Gene Havaş servisinde arkadaşlara Charles Eisenstein'ın "Kutsal Ekonomi" adlı kitabını ve kitapta önerilen hediye ekonomisinin ne olduğunu anlatırken ....

Evet, o hafta üst üste sanki hediyeleri hatırlamam için konu dönüp dolaşıp farklı şekillerle geldi durdu karşıma. En son Füsun'un AÇEV için son 4 haftadır yaptığı 1. sınıflardaki çocuklara kitap okuma işini bana anlatırken kafama iyice yerleşti. Füsun bu işi yaparken öyle enerji doluyor ki her Cumartesi gönüllü olarak erkenden kalkıp gidip çocuklara kitapları canlandırarak anlatmaktan büyük keyif alıyor. Ne güzel hediye çocuklar için ne güzel hediye Füsun için. Çocuklar ve Füsun'un arasında harika bir ilişki oluştuğu belli Füsun'un hikayelerinden.

Ve .. ne kadar da yapmayı ihmal ettiğim bir şey. Oldukça kendime dönük bir adam olarak çok çalışmam gerek bu konuda .. Neyse ki Charles Eisenstein'ın kitap yetişiyor imdadıma. "Sistem bizi insanlardan ne alırız diye ilişki kurmaya öyle şartlamış ki, vermeyi unutuyoruz ". Yani kollektif bilinç çok güçlü, kapılmamak için önce farkındalık lazım.


Bir sonraki yazımda kitaptan biraz daha bahsetmeyi düşünüyorum ancak merak ederseniz aşağıdaki link bir fikir verebilir.

 


Wednesday, September 26, 2012

Erenköy Bahçe, son durum.

Yaz başından beri, işte son durum,işte son durum.. anlatırım diye bir sürü resim çekip duruyorum bir türlü yazamıyorum.

Neyse şimdi yavaştan başlıyorum o zaman:-) Şöyle 4 ayı bir özetleyeyim :-)


24 Nisan- Çilek,Karakafes,Melisa ve Lavanta

Blitz'i Nisan'da yapmıştık. Duvarın yanında ki yaklaşık 20 m2'lik alanı sebze bahçesi olarak seçmiştik ve ön bahçeden kesilen şimşir yapraklarıyla malçlayıp fidelerimizi şaşırtmıştık. Fidelerin bir kısmı İpek Hanım'ın çiftliğinden siparişle getirmiştik. Bir kısmını da(Bakla, fasulye,mısır,mercimek) organik diye bildiğimiz tohumlardan çimlendirerek elde ettik.

Nisan sonu gibi sebzeler boy atmaya başladı. Refik'in bahçeden getirdiğimiz Karakafes otu ve Melisalar yerlerine alıştı. Bunlara, ben bir de Zeytinburnu tıbbi bitkiler bahçesinden getirdiğim lavanta,misk adaçayı ve
İstanbul kekiğini ekledim.



Baklalar
Mayıs sonu gibi baklalar ve fasulyeler çiçek vermeye başladı. Mayıs, benim ve Halil Ağabey'in bahçeyle en çok ilgilenebildiği ay oldu.

Apartman halkı pek girişmedi doğrusu. Uzaktan izlemeyi tercih ettiler nedense. Bir de "Mithat Bey, ne zaman sebze yiyoruz?" gibi bekleyişteydiler.

Sulama için apartmanın arkasında daha önce açtırılan kuyu suyunu kullandık. Bahçe tam anlamıyla coşmaya Mayıs ayında başladı.








Hügel Kültür'ün üstünde domates ve patlıcan fidanları. Yan tarafta
kışdan kalma ıspanaklar tohumluk için bekliyor

Hügel kültür oldukça verimli bir alan oldu diyebilirim. Üstünde ne kadar fidan varsa güzelce serpildi.

Bitkiler büyümeye başladıkça, bahçedeki en kalabalık yiyicilerden salyongoz abilerlerle tanışma fırsatı bulduk. Ne matrak daha önce salyongozlara sevgiyle bakarken artık  bahçeden dolayı bakış açım değişti. Adamlar durmaksızın fidanları yiyebiliyorlar. Patlıcan ve domateslere pek dokunmadılar ama fasulye ve baklaları, bir rahat bırakmadılar. Ben de önce kül sonrada tuzla karşı hucuma geçtim:-)



Şifalı bitkiler havuzu
Bahçede bazı bitki yerlerini insan yaşamına ve ışığa göre ayarlamıştık. Ne yazık ki çoçukların toplarını hesaba katmamıştık. Şifa havuzundaki  Gümüş düğme,Biberiye ve Lavantayı top darbelerinden mort olmuş durumda buldum. Çocuklara her ne kadar anlattıysam da aralarından anlamayanları top atışlarına devam ettirdiler. Buradaki kalanları da uygun bir zamanda başka yerlere kaydırmayı düşünüyorum.
Kuzey köşedeki şifalı otlar; Melisa'nın keyfi yerinde,Lavanta da fena değil

Ağustos sonuna geldiğimizde bahçede durumlar değişti. Benim işlerin yoğunluğu,Halil Ağabeyler'in 3 haftalık tatile gitmesi bahçenin başıboş kalmasına yol açtı. Aslında bitkiler hemen durumlarını belli ediyorlar.




Neyse bu sene patlıcan dışında pek sebze yiyemedik ama sebze ve şifalı otlar dışında çok yıllıklarda kayıp yok henüz.Bu aralar sebzelerden tohum alıp saklama denemelerine başladım.Aynı zamanda bu sene ki diğer Permablitz bahçeleri ve arka bahçe için kışlık tohumlar çimlendirmeye başladım. Yaparak öğrenmek gibisi yok. Bakalım bu tohumlardan ne kadarını yeşertebileceğim.

Haziran'da aldığım Ispanak, Eylül'de aldığım domates, sırık,çalı fasulye tohumları.


.


Thursday, April 26, 2012

Ve sonunda arka bahçemizi Permablitz'ledik

Yazıyı yazmak için geciktim biraz, ama ne yapayım, bu ay yeni işle beraber sıkı bir seyahat temposuna girdim. Planlarıma göre, iş çok bastırmadan arka bahçeyi "permablitzci" arkadaşlarla son haline getirmek vardı. Veee geçenlerde Pazar günü giriştik bahçeye, öyle de güzel giriştik ki.

Önce yemek.. Didem ve Deniz sağ olsun, bol bol resim çektiler.

Saat 10:00 da insanlar gelemeye başladı. Ekip sanırım 20 kişi vardı. Önce bir kahvaltı, sonrasında planlar ve gruplara ayrılıp işleri yapmaya koyulduk.

İlk ekip hügel kültür alanı için çalıştı. Burada oldukça fazla iş gücü kullanıldı. Önce toprak 15 -20 cm derinliğinde kazılarak, bahçedeki odun ve dal parçaları oluşan çukura gömüldü. Üstüne 3-4 aydır apartmandan artırdığımız soğuk kompost eklendi. Daha üstüne, dallar, üstüne toprak sarmaşık ve yeşillikler,onun üzerine gene toprak..



Bir Hügel kültür çalışması. Bol odun, yeşillik, üstüne toprak.



İkinci grup sebze yatağı oluşturdu ardından apartmanın ön bahçesinden budanan şimşirleri keserek yapraklarını sebze yatağına ekledi(malçlama).




3.ekip de ot spiral'i ve çalı çit ile uğraştı:-)

Çoçuklar: Tüm gün neşeyle çalıştılar:-)




Günün en matrak olayı ise tüm bahçeyi bitirdikten sonra, komşularımızdan bir tanesinin hügel kültür alanını mezara benzetmesiydi. Adamcağızın meğerse korkusu varmış, tümseklere karşı. Nereden bilebilirdik ki;-) Daha sonra tasarımı değiştirerek bu meseleyi hallettik.




İşte fotoğrafı çeken Deniz dışında tüm ekip.
Bakalım fideler yavaş yavaş, boy atmaya başladılar....Heyecanla bekliyoruz.:-)

Thursday, April 5, 2012

İstanbul seni hapsetmiş

Geçen gün arkadaşımla konuşurken enteresan bir adamdan konuşmaya başladık. Adam Fransız, Lafarge'ın eski Genel Müdürlerinden biri, bir süre Çanakkale taraflarında zeytinyağı işi yapmış, şimdi ise İstanbul'da isteyene arkatipik tarot bakıyor:-). Ben böyle konulara açık bir insan olarak tabi ki atladım ve Füsunu da çekiştirerek adamın kapısına dayandım. Tarot derken fal bakıyor falan sanmayın. Bütün olay sizin bu dünyadaki olası amaçlarınız ve şu anda yaptıklarınız arasında ne kadar uygunluk var, onu sunmak. Bir bakıma "bizim korkularımızdan,ön yargılarımızdan, egomuzdan arınmış hayatımızı nasıl olabileceğini anlatıyor. Aslında güzel açıklaması sayfalarında var. Bakınız:-)
http://greenmanscreations.com/2010/11/17/archetypal-tarots-of-awakening/

Ben adamda güzel bir enerji hissettim. Neyse, inanırsınız, inanmazsınız:-), ayrı konu. Benim gelmeye çalıştığım mesele, adam özet olarak ikimize de "İstanbul yerine daha küçük bir yere taşının, ufak bir iş kurun, büyük değil." dediğinde son derece rahatsız olmamız. Ben "ya çocuk?, ya eğitim?" dedim. Nicolas "bu konuda ön yargıların olabilir mi?" dedi. "Yani nereden biliyorsun, gittiğin yerde daha iyi bir öğretmene rastlamayacağını? Hem uzaktan eğitim vs.. var."

Biz aslında çok önceden pek çok insan gibi şu Istanbul'daki durumumuzu sorgulamaya başlamıştık. Hep deli bir koşuşturma,hep zamansızlık,hep bir stres, sinir hali. Genede şehirden vazgeçememe.
Bizim İstanbul'daki durumumuz o meşhur maymun tuzağına benziyor:-)

"Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun tatlının kokusunu alır ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken
elini dışarı çıkartması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu tutsak eden birşey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir."


Aslında İstanbul'un öyle bir enerjisi varki, gerçekten büyüsüne kapılmamak zor. Öte yandan şehir sanırım kendi krizine girdi girecek.
Geçen gün şirketteki arkadaşlardan biri, şirkete ulaşım için kullandığı Metrobüs'den bunalmış, son derece şairane bir mail yazmış ve bir de altına "Ekümenopolis-City without Limits" filminin fragmanını iliştirivermiş.
Ben de "sürdürülebilir yaşam film festivalinde" seyretmiştim. Hatırlamak güzel oldu. Seyretmeyenler için filmin fragmanını ekliyorum.  
Kim bilir belki Nicolas haklıdır. Belki de İstanbul'un güzelliklerini yaşayıp tüm bu karmaşadan uzak olma yolunu buluruz. Göreceğiz:-)

















Monday, March 26, 2012

Farkında Olmalı İnsan


Geçtiğimiz hafta uzun denilebilecek bir aradan sonra tekrar işe başladım.Kıtalararası işe ulaşım ve hareketli bir sektör:-) Bir yandan da permablitz ve diğer uğraşlar.. Haydi bir durayım şimdi ve uzun bir nefes alayım. Sonra Can Yücel'in şu şiirini okuyayım (Sağolsun Füsun paylaşmış) yoksa zihin alacak götürecek beni bir oraya bir buraya..


Farkında Olmalı İnsan…
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen…
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken ‘Dünya Benim!’ Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
Olduğunu, Ölürken De Aynı Avuçların ‘Her Şeyi Bırakıp Gidiyorum
İşte!’ Dercesine Apaçık Kaldığını
Fark Etmeli.
Ve Kefenin Cebinin Bulunmadığını Fark Etmeli.
Baskın Yeteneğini
Fark Etmeli Sonra.
Azraillin Her An Sürpriz Yapabileceğini,
Nasıl Yaşarsa Öyle Öleceğini
Fark Etmeli İnsan
Ve Ölmeden Evvel Ölebilmeli.
Hayvanların Yolda Kaldırımda Çöplükte
Ama Kendisinin Güzel Hazırlanmış Mükellef Bir Sofrada Yemek Yediğini
Fark Etmeli.
Eşref-İ Mahlukat (Yaratılmışların En Güzeli) Olduğunu
Fark Etmeli.
Ve Ona Göre Yaşamalı.
Gülün Hemen Dibindeki Dikeni, Dikenin Hemen Yanı Başındaki Gülü
Fark Etmeli.
Evinde 4 Kedi 2 Köpek Beslediği Halde
Çocuk Sahibi Olmaktan Korkmanın Mantıksızlığını
Fark Etmeli.
Eşine ‘Seni Çok Seviyorum!’ Demenin Mutluluk Yolundaki Müthiş Gücünü
Fark Etmeli.
Dolabında Asılı 25 Gömleğinin Sadece Üçünü Giydiğini, Ama Arka
Sokaktaki Komşusunun O Beğenilmeyen Gömleklere Muhtaç Olduğunu
Fark Etmeli.
Zenginliğin Ve Bereketin, Sofradayken Önünde Biriken Ekmek
Kırıntılarını Yemekte Gizlendiğini
Fark Etmeli.
FARK ETMELİ.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,O Da Bugündür.

CAN YÜCEL