Monday, March 5, 2012

Sürdürülebilirlik

Bir süredir kafamı kurcalayan bir şeyden bahsetmek istiyorum size. Aslında bu 3-4 sene önce, içinde bulunduğumuz sistemin acımasızlığını sorgulamaya başladığımda yavaş yavaş anladığım bir konu.
Eh tabi ben de sistemin bir ürünü oluvermişim.. kabullenmek kolay olmadı.:-) Yanlış hatırlamıyorsam ilk defa, sevgili arkadaşım Fırat girdi kanıma. Uzun Katar gecelerimin birinde "Zeitgeist'ı" yolladı bana.. "Bunu biliyor musun" diye. Katar'da vakit bol haydi bakayım dedim. Zeitgeist, beni, o zamanlar oldukça etkilemişti. Önerdiği alternatif sistemlerle beni heyecanlandırmıştı. Sürdürülebilirlik kavramıyla ilk o zaman tanıştım. Şimdi  google'layınca Türkiye'de de site açmış olduklarını görüyorum.
http://www.zeitgeisthareketi.org/
 Merak edenler için filmin direktörü Peter Joseph'in ağzından "Zeitgeist Summary" ekledim aşağıya:




Bana bu konuda feyiz veren bir başka yaklaşım da Tom Hodgkinson'un ki oldu o dönemde. "Özgürlüğün manifestosu" adlı kitap, tamamen sisteme meydan okuyan korkusuz bir hayat stilini anlatıyordu. Her şeyin kafamızda başladığını ve iş ve alışveriş tuzağına düşüp özgürlüğümüzü kaybetmek zorunda olmadığımız, bir çok şeyi kendimiz üreterek kendi kendimize yetebileceğimiz mesajını veriyordu.



Son 2008 finansal kriz'in çıkış sebebi, sonrasında yaşananlar,ekonomilerde bir şeyleri yanlış gittiğini gösteriyor. Şimdi bitmek tükenmek bilmeyen hırs, bencillik ve korkularla inşa edilmiş bir sistemin yavaş yavaş çatırdadığını ve ekonomilerin, şirketlerin, dönüşmeye başladığını görüyoruz. Bir çok ülke şunu anladı bence: "Bu aç gözlülük hep balonlar yaratıyor ve sonunda patlayarak ekonomilere büyük zararlar veriyorlar". Bir de ne pahasına, yaşadığımız gezegenin kaynaklarını hoyratça kullanarak yapıyoruz bunları.

Gittikçe daha fazla şirketin sürdürülebilirlik üstüne kafa yormaya başladığını görüyorum. Tabi bunun altyapısını da sağlayan ülke yönetimleri. Bizim ülkede bile (HESlerin devlet eliyle teşvik edildiği canım ülkemde) "Greenpeace" gibi kuruluşlar imza toplama kampanyalarıyla sıkı bir kamuoyu oluşturuyorlar. Greenpeace örneğin GDO'lar konusunda bir bilinç yarattı. En son Türk Tabipler Birliği'nin de itirazı ile Danıştay, şirketlere bunun zararsızlığını ispat etmeleri şartı getirmiş ve yürütmeye kısmi dur tedbiri almış.  Umarım dünyanın daha da geri kalmış ülkelerindeki insanlar da uyanmaya başlarlar. Artık internetin yaygınlaşması ve bilgiye kolayca ulaşılması,gönüllü sivil organizasyonların dünya çapında çalışmaları beni ümitlendiriyor. Gene de ziyaret ettiğim Afrika ülkerindeki fakirlik ve sömürü düzeni bana pek yaman gelmişti.(Fransızlar ve İngilizler'in yerini Çinliler almış, her yer Çinli kaynıyordu). 
Bu konuda açık radyodaki Mart ayı bültenini kesin okuyun derim. Dünya'da yeni ile eski arasında savaşı çok güzel anlatmış.
http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=29572&cat=100

Beni son olarak etkileyen ve bizzat içine çeken konu da Permakültür. Buna da gene bir şekilde Fırat'ın bak "Benim arkadaşlar şöyle bir şeyler yapıyorlar" diye yolladığı bir mail üzerine bulaştım.:-) Permaculture İngilizce "Permanent" ve "Agriculture" kelimelerinin birleşmesinden oluşuyor. Türkçeye çevirseniz herhalde "kalıcı tarım" yada "sürdürülebilir tarım" diye kullanabilirsiniz. Permakültür'ün kurucusu Bill Mollison'un "Permakültüre Giriş" kitabında ki önsözü bu sistemin doğuşunu güzel anlatıyor bize:

" Ben Tazmanya'da küçük bir köyde büyüdüm. Köyde ihtiyacımız olan her şeyi kendimiz yapardık. Kendi çizmelerimizi,metal işlerimizi kendimiz yaptık;balık tuttuk, ekmek yaptık..... 
28 yaşına kadar bir rüyada yaşadım. Vaktimin çoğunluğu ormanda ya da deniz de geçti. Geçimim için balık tuttum, avlandım. 1950'lere kadar içinde yaşadığım sistemin büyük bölümünün kaybolmakta olduğunu fark etmemiştim. Ama balık sürüleri yok olmaya başladı. Sahil şeridindeki deniz yosunları seyreldi. Geniş orman alanları ölmeye başladı....
....bilim adamı olarak geçirdiğim yıllardan sonra,bizi ve etrafımızdaki dünyayı öldürdüğünü gördüğüm siyasal ve endüstriyel sistemleri protesto etmeye başladım. Fakat kısa bir süre sonra hiçbir şey elde edilemeyen başkaldırılarda ısrarcı olmanın işe yaramadığını gördüm....1974'te David Holmgren'le birlikte çok yıllık ağaçların,çalıların,bitkilerin (sebzelerin ve otların), mantarların ve kök sistemlerinin çok yönlü verimine dayalı "permakültür" ismini verdiğim sürdürülebilir bir tarım sistemi taslağı geliştirdik."

Bu konuda bir sürü video var ben Geoff Lawton'un bu konudaki filmlerini tavsiye ederim. Sürdürülebilir yaşam, film festivalindeki Permakültürle ilgili filminden (Permaculture and soil) çok etkilenmiştim. Youtube'dan bakınca permakültürle ilgili aşağıdaki filmi de hoşuma gitti, paylaşıyorum..


Permakültür Türkiye'de bir çok kişi tarafından öğrenilmeye ve öğretilmeye başlandı.  Çanakkale Bayramiç'de http://www.bayramicyenikoy.com/sayfala.asp?id=26  ve İzmir Marmariç'de  http://marmaric.org/
ciddi uygulamaları var.
 Tüm dünyada hızla yayılan ve kabul edilen bir tarım sistemi. Önümüzde ki günlerde biz ailecek bu işin nasıl içine girdik onu anlatacağım.:-)


4 comments:

  1. Arka bahcenizden domates biber patlican toplamaya gelcem. Sonra da bi guzel kizartip , sarimsakli domatesli sos yapip bol yogurtla yiyelim. Bilgilendir bizi mitatim, yazina saglik:)

    ReplyDelete
  2. He he teşekkürler.Evet,evet yeme işi de bir o kadar önemli Şebnemim. O sırada da aşçılık hikayelerimizi yazarız:-)

    ReplyDelete
  3. vayy, ben de onore olmusum yainin basinda da haberim yog imis...

    zeitgeist'i 1000 kere seyretsem 1000'inde de o amerikan merkez bankasi sitemini anlayamayacagim korkarim ki. cok bedbaht'im..

    ReplyDelete
  4. Hehe haklısın oldukça hokus pokus işleri olduğu için anlatması da zorlaşıyor.

    ReplyDelete